1 Ağustos 2014 Cuma

FERAYE- Naşide Gökbudak

     


332 sayfa
Nemesis Kitap


         Feraye, nisan ayında okuduğum kitaplardandı. Naşide Gökbudak'ın da ilk okuduğum eseri. 

       Kitabımızda olaylar Birinci Dünya Savaşı sırasında geçiyor. Kahramanımız Feraye çok güzel bir genç kızdır, evlilik hayalleri kurduğu bir genç vardır ama komşunun oğlu Konstantin de kendisine aşıktır. Feraye'yi elde edebilmek için de her şeyi yapabilecek biridir. Daha fazla detaya girmiyorum, hikaye çok tahmin edilebilir aslında... Okurken de çok heyecan duymadım o yüzden, hatta biraz sıkıldım. Kitabın dili gayet sade ve çok kolay okunuyor. Türk filmi tadında bir kitaptı. 
        
        Yazarın eserleri üzerine yapılan yorumları araştırırken kurgu hatalarından bahsedildiğini okumuştum; benim de takıldığım tek nokta, bir yerde Feraye'nin "başım ağrıyor bir Gripin alıp yatacağım" tarzındaki bir cümlesi oldu. Okurken işaret koymamışım, şimdi de hangi sayfadaydı bulamadım:( O yıllarda gripin mi varmış ki dedim. Nitekim öğrendim ki gripin 1935 yılında üretilmeye başlanmış. 
      
      Yazar 65 yaşında yazmaya başlamış ama 17 kitabı var. Maşallah dedirtti bana. 
         
       Ve kendini şöyle anlatmış:
   "Hüviyet cüzdanıma göre 01/01/ 1936 yılında, ailemin kaydına göre 23 Eylül 1937 de bağ bozumu mevsiminde Elâzığ’ın Perçenç (Şimdiki Akçakiraz ) köyünde doğmuşum. Hüviyet cüzdanındaki kayıtlara bakılırsa, bütün köy çocukları, Noel Baba tarafından yeni yılın ilk ayında getirilmişti. Aslında o devirde Noel Baba doğu illerine hiç uğramazdı. Nasıl olmuşsa olmuş. Ben de pek anlayamadım. Henüz bebekken şehir merkezine taşınmışız. Köyü ve toprağı bırakan babam, başka bir mesleği de olmadığından, bizleri çok zor şartlarda büyüttü. Tabii anneminde yardımı ve desteği ile. Bize veremedikleri ekonomik rahatlığı, sevgi ve ilgileri ile veriyorlardı. Daha küçük yaşlarda , kendimi güzel ifade etmemle dikkati çekiyordum.

Orta okul ve lise boyunca, Türkçe ve Edebiyat öğretmenlerimin gözdeleri olmuştum. Okul gazetesinde , mahalli gazetelerde yazılarım çıkıyor, yazı göndermem için boş sütunlar bırakıyorlardı. Lise Edebiyat öğretmenim tarafından “KÜÇÜK HALİDE EDİP” diye isimlendirilmiştim. Lise çağlarında şiir yazmaya başlamıştım. İdealim, Siyaset bilimi okumak ve tabii roman yazmaktı. Ekonomik sebeplerden dolayı bunu başaramadım. Hukuk fakültesine girdim. Ama yine aynı sebeplerden ve şartların daha da ağırlaşmasından dolayı, fakülteyi bitiremedim. Evlenmiş, iki kız çocuğu sahibi olmuştum. Eşim bazı konularda çok açık fikirli, bazı konularda da tuhaf bir tutuculuk içindeydi. Bu baskıya, çocuklarımı istediğim gibi yetiştirmek gayreti de eklenince, kendi ideallerimi bir tarafa bırakmak zorunda kaldım. Çocuklarımı ve torunlarımı büyüttükten sonra, bir karmaşa içinde uçarak geçtiğim senelere göz attım. Kendim için hiçbir şey yapmamıştım. Ve yazmaya, her şeye rağmen yazmaya karar verdim. Yaşım 65 idi. Ne kadar zamanım olacaktı? Bunu bilemiyordum. Ama yazacaktım. (Gerçi daha evvel gizlice yazdığım ama yayınlatmadığım bir romanım vardı. İlk romanımın belli bir çizgiyi tutturmasını ve edebiyatta bir yeri olmasını istiyordum) Böyle bir roman için hikâyem de hazırdı. Yaşanmış çok güzel bir hikâye, tarihi zaman, sosyal olaylar açısından da çok özel ve çok güzeldi. Bana da en güzel şekilde anlatmak düşüyordu.

Böylece ilk romanım SIDIKA HANIM’ı yazdım. Çok ses getirdi. Bu konuda söz sahibi olacak, bir çok kişinin iddiasına göre, “yabancı ve yerli tüm romanlar arasında ilk on sıranın içinde” yorumu yapıldı. O günden beri hızla yazmaya devam ediyorum. Kaybettiğim zamanı telafi etmek, biriktirdiğim hikâyeleri ve tecrübelerimin bana verdiği dersi, tüm dünya ile paylaşmak için.
İki kızım üç torunum var. Eşimi kaybettim. Tek başımayım ama yalnız değilim. Yarattığım roman kahramanları ile , geniş bir çevrem var. Beni anlıyorlar. Ben de onları anlıyorum ve seviyorum."

         Kaynak: www.nasidegokbudak.com


          Kitap Tanıtımından

    "... Yüzbaşı kollarını iki yana açıp ayağını yere vurarak, zeybeğe başladı. Daha ilk hareketi ile çok erkeksi ve çok efece bir oyun oynadığı belli oluyordu. Feraye şaşkın, öylece Yüzbaşı’yı seyrediyordu. Yüzbaşı bir adımda onun yanına yaklaştı ve yavaşça "Hadi küçük kız, başla. Herkes bize bakıyor," dedi. Feraye, utana sıkıla çevresine bir göz attı. Kendilerinden başka oynayan kimse yoktu. Gerçekten de herkes nefesini tutmuş, onlara bakıyordu. Feraye de kollarını kaldırdı. Müziğe ve Yüzbaşı’ya uymaya çalışıyordu. İlk bir iki dakika bocaladı. Sonra, sanki çevresindeki herkes yok oldu. Yüzbaşı’nın gözlerinden, kendisine doğru bir alev akıyor gibiydi. Başka bir tarafa bakamıyordu. Birbirlerine kilitlenmiş ve uyum içinde; Yüzbaşı erkekliği, kahramanlığı ve tutkuyu, Feraye de kadını ve zarafeti anlatan hareketlerle oynuyorlardı... Ne zamandan beri bu haldeydiler, kendileri de, seyredenler de farkında değildi. Müzik devam ediyordu. Belki de ikinci veya üçüncü tekrarıydı."


    İşgal altındaki bir ülke... Ellerinde silahları, ayaklarında çarıkları olmadan; yüreklerindeki vatan aşkı ve hürriyet sevdasıyla cepheye koşan kahraman bir halk... Ve bu savaşın tam ortasında, kan ve göz yaşıyla filizlenen bir aşkın tutku dolu hikâyesi... 


       "Feraye"; Naşide Gökbudak’ın eşsiz anlatımı ve yaşanmış hikâyelerden yola çıkılarak hazırlanmış 

2 yorum:

  1. Gökbudak'tan sadece bir kitap okudum , onun da üzerinden oldukça uzun vakit geçti fakat gerçekten Türk filmi tadından olduğunu hatırlıyorum..

    YanıtlaSil