31 Ekim 2016 Pazartesi

BİN HÜZÜNLÜ HAZ- Hasan Ali Toptaş



152 sayfa
Everest Yayınları
1. Basım:  Mayıs 2016

Hasan Ali Toptaş'ı nicedir duyuyordum elbet, hatta 2 kitabını da edinmiştim ama başlamak için bir vesileye ihtiyacım varmış. O vesile de bir röportajı oldu...

Röportajın başlığı ilgimi çekti öncelikle ve çok samimi bir röportaj okudum.

 Mesela Hasan Ali Toptaş'ın Ankara Eryaman'da oturduğunu, sade bir yaşam sürdüğünü, 12 yaşındaki kızı olmasa bir Ege kasabasında yaşamak istediğini, "Doğu'nun Kafkası" benzetmesinden ise rahatsız olduğunu, insanlar müsaade ederlerse sadece bir kaç roman daha yazıp gitmek istediğini hep bu röportajdan öğrendim... 



Hasan Ali Toptaş: "70'lerde düşmanlığın bile bir zarafeti vardı" başlığıyla yayınlanan röportajı okumak isterseniz buraya ;)

Kitabımıza gelince...

Yazar, bu romanı 1997'de yazmış ve 1999 Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü'nü kazanmış.

Kitap 9 bölümden oluşuyor, ilk bölümde Alaaddin kendini anlatıyor. 

"Beni en çok suçtan arınmışlığım tedirgin ediyor." cümlesiyle yapılan bir girişin insanı etkilememe olasılığı var mıdır acaba?

Evet, Alaaddin ne kadar dibe vurmak, suça bulaşmak istese ve bu şekilde kendini tanıyacağına inansa da bir şekilde suçtan alıkonmaktadır. 

Suça bulaşmak ümidiyle yanlarına sokulduğu tekinsiz adamlar, birer meleğe dönüşür çünkü... 

Onların suça dair çeşitli hikayelerini dinleyerek, TV karşısına geçip haber programlarında veya filmlerde yer alan cinayet görüntülerini izleyerek var olduğunu duyumsamak ister Alaaddin. 

Ama her defasında gerçeklerle yüzleşir ve heyecansız, soluk dünyasına geri döner... 

İkinci bölüm ve sonrasında ise Alaaddin'i bulmak isteyen bir kadının gözünden bakıyoruz hayata. 

Yılmadan arıyoruz Alaaddin'i... Dünya kazan, biz kepçe dolaşıyoruz...

Nerelere gitmiyoruz ki bu uğurda... Önce sokaklara atıyoruz kendimizi, olmazların olağanlaştığı Motel Rom'a uğruyoruz, dağların tepesine tırmanıyoruz, ormanın derinliklerine dalıyoruz, tarihin katmanlı dokusunun birbirinden habersizce, içiçe sahnelenmesine şahit oluyoruz...

Peki sonunda Alaaddin'e ulaşıyor muyuz?

 Bunu tabi ki söylemeyeceğim ama net olarak şunu söyleyebilirim ki dilin bu kadar ustalıkla kullanılmasına hayran kaldım...

 Tanımlamaların örgüsü ve bıraktığı lezzet karşısında kitabın başından sonuna kadar hayrete düşme halinizi koruyorsunuz:)

Yalnız uyarayım biraz sabır isteyen bir okuma gerektiriyor Bin Hüzünlü Haz. Zira bir paragrafı bulan cümleler söz konusu. Hani sonuna geldiğinizde başını unuttuğunuz, dikkatinizi yoğunlaştırmanız gereken cümleler...

Ama sabrederseniz de muazzam bir metin sizi bekliyor;)

Altı Çizilenler:

"Ona göre, ruhumda uğuldayıp duran boşluğu doldurabilmek, giderek dipsiz bir boğuntu kuyusuna dönüşen şu lanet olası hayatın ağırlığına katlanabilmek, ya da içimde açılan çeşitli yaraları onarabilmek için, belki de farkına bile varmadan ben yaratmıştım bu serabı... Hatta, işi gücü bırakıp günden güne onu büyütmüş, parıltılarını bakışlarımla beslemiş, her yanını iyice allayıp pullamış, sonra hızımı alamayıp Alaaddin diye adlandırmış ve işte bütün bunların sonunda da, uğruna deli divane olunacak, göz kamaştırıcı bir hale getirmiştim. Bu, insanoğlunun baştan beri kurtulamadığı ve sonsuza dek de asla kurtulamayacağı, tuhaf bir yazgıymış zaten; önce ne yapıp edip bin bir güçlükle, kıvrana kıvrana yaratır, sonra yaratma sevinci gibi gözüken hazin bir teslimiyetle yarattığının kulu kölesi olur, ardından da ille onu ellerimin arasında tutacağım, ya da içinden bir daha, bir daha doğacağım diye, kendini hırpalaya hırpalaya helak olur gidermiş..."

"Bazen bir ayrıntıyı hiç görmemenin, ya da göz ucuyla hafifçe görmenin, ya da açık seçik görüldüğü halde görmezlikten gelmenin, bütünü kavramayı çok daha kolaylaştıracağını düşünüyordum çünkü."

"İstiyordum ki, adamakıllı kaybolayım ormanda... Bazen bana bir aslanın kükreyişi, bir kertenkelenin renkten renge akışı, bir ceylanın başını çevirip bakışı, ya da çilleri birbirine karışmış kocaman bir keklik sürüsünün aniden havalanışı gibi gözüken zamanların içinde, hiç gözükmeyen, ama hiç mi hiç gözükmeyen bir zaman olayım sözgelimi... Bir yanım binlerce dala dönüşen zamanın parçalanmışlığından milyonlarca yaprak halinde kıpır kıpır sarkarken, bir yanımı alsın rüzgar, ta uzaklara savursun. Olabildiğince uzaklara... Böylece, parçalanmışlığım da parçalansın tekrar tekrar ve ben, sayısız noktalara saçılıp un ufak olan varlığımı, sayısız noktalardan, sayısız gözlerle seyredeyim."

Kitap Tanıtımından:

Metin­le­ri­ni va­ro­luş ve yo­ko­luş üze­ri­ne ku­ra­rak va­ro­luş­çu­lu­ğu taş­ra­ya ta­şı­ma­sıy­la öz­gün­lük ka­za­nan, sa­de di­linden yük­se­len mü­zik­le gi­de­rek ha­ya­tı ya­zı­ya, ya­zı­yı ise bü­yü­lü bir ha­ya­ta ben­ze­ten bir ya­zar...

Yaz­ma se­rü­ve­ni­ni “ha­ya­tı ke­li­me ke­li­me ge­niş­let­mek” ola­rak ad­lan­dı­ran Ha­san Ali Top­taş, me­tin­le­ri­ni bi­rer sen­fo­ni­ye de dö­nüştü­re­rek, dı­şa­rıy­la içe­ri­nin, gö­rü­nen­le iç dün­ya­nın, ger­çek­lik­le rü­ya­la­rın, so­mut­la so­yu­tun çar­pışma­sın­dan do­ğan te­kin­siz bir at­mos­fe­re ça­ğı­rı­yor oku­ru­nu. Tam bir ya­zı us­ta­lığıy­la, Türk­çe­nin im­kân­la­rı­nı so­nu­na ka­dar zor­la­ya­rak, ede­bi­ya­tın bü­yü­lü dün­ya­sına kapılar açarak...

Hikâyenin bütünlüğü daha fazla çözülmesin diye, bu bölümde de boş bırakılmış birkaç sayfa tadı bulunsun istiyorum çünkü ve böylece hikâye, bir süre de olsa benliğimin sınırlı bakışından kurtulup rahat bir soluk alabilsin, kendisi kalabilsin, ya da anlatmakla ben onu bir yandan yaşatıp bir yandan öldürüyorsam bu güzel günahın birazı da sizin olabilsin istiyorum.

Bin Hüzünlü Haz olağanüstü bir metin, gecikmiş Türk romantizminin başyapıtı.

Yıldız Ecevit




4 yorum:

  1. Su anda yazarın tek bir kitabını dahi okumadığımı fark ettim. İsmini bir çok duyduğum bir yazar bu nedenle en kısa zaman da bir kitabından başlamalıyım sanırım :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. sizin okumanıza da ben vesile olmuş olayım o zaman;)

      Sil
  2. Şu sıralar yazarın ismi sıklıkla karşıma çıkıyor :)) Bir ara okumalıyım :))

    YanıtlaSil